Günümüzde dünya genelinde nüfus dinamikleri büyük bir değişim göstermekte. Bazı ülkelerde doğum oranları hızla artarken, bazı ülkelerde bu oranlar alarm verici boyutlara ulaşıyor. İşte, bu çerçevede dikkat çeken bir soru ortaya çıkıyor: “Dünyanın en az çocuk sahibi ülkesi hangisidir ve bu durumun ardında yatan nedenler nelerdir?” Bu sorunun yanıtı, yalnızca istatistiklerden ibaret değil; aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve kültürel birçok faktörü de kapsıyor. Gelin, dünyadaki en düşük doğum oranlarına sahip bu ülkeyi ve onları doğum yapmaktan alıkoyan sebepleri daha yakından inceleyelim.
Birçok araştırmaya göre, 2023 itibarıyla dünyanın en az doğuran ülkesi Güney Kore olarak öne çıkıyor. Güney Kore, bebek doğum hızı açısından neredeyse en dip düzeyde bulunuyor. Birçok istatistiksel rapora göre, Güney Kore'deki doğum oranı, 1.0 çocuk/ kadın düzeyinin altında. Bu rakam, ülkede uzun yıllar boyunca değişmeyen bir eğilimin ve toplumun genel yapısının bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, yanlış anlaşılmasın; bu durum yalnızca Güney Kore ile sınırlı değil, dünya genelinde birçok ülke benzer bir doğum oranı sorunu ile karşı karşıya. Ancak elbette ki ve özellikle Güney Kore’nin durumu tüm dünyayı etkileyecek boyutlara ulaşabilecek bir tehdit oluşturabilir.
Güney Kore’de düşük doğum oranlarının birkaç temel sebebi bulunuyor. Öncelikli olarak, gençlerin iş hayatına atılma süresinin uzaması ve kariyer hedeflerinin aile kurma arzusunun önüne geçmesi. Birçok Güney Koreli kadın yüksek eğitim seviyesine ulaştıktan sonra çalışma hayatına girmek için büyük çaba sarf ediyor. Bu durum, çocuk sahibi olmayı ikinci plana itiyor. Yüksek hayat pahalılığı ve özellikle konut fiyatlarının artış göstermesi de, bireyleri aile kurma konusunda kararsız bırakan diğer etkenlerden biri. Ekonomik olarak istikrarsız bir ortam, insanların yeni bir hayat kurma cesaretini kırıyor.
Toplum içinde yaratan diğer bir baskı unsuru ise sosyal normlar. Güney Kore'de evlilik ve aile yapısına dair geleneksel algılar, genç nesil üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Gençler, aile baskısı ve toplumsal beklentiler arasında sıkışıp kalıyor. Nitekim, sosyal hayatta kabul görecek bir yaşam tarzı ve kariyer hedefleri, bireylerin aile oluşturma isteğini sekteye uğratıyor.
Bir diğer dikkat çekici nokta ise, çocuk bakımının ve eğitimin masraflarının gittikçe artması. Ülkede, çocuk sahibi olmak, yalnızca doğumla sınırlı kalmayıp ardından gelen eğitim ve gelişim masraflarının da düşünülmesi gerektiğini yaşatan bir gerçeklik. Ailelerin yeni doğacak bir bebeğe yönelik hazırlıkları, çoğu zaman maddi anlamda sınırlı kalıyor ve bu da doğum oranlarını etkiliyor.
Sonuç olarak, Güney Kore örneğinde olduğu gibi düşük doğum oranları, sadece bireylerin veya çiftlerin karar süreçleriyle sınırlı değil; aynı zamanda daha karmaşık bir sosyal ve ekonomik yapının sonucudur. Çocuk sahibi olmama konusunda yalnızca kişisel tercihlerin değil, toplumsal baskıların ve ekonomik koşulların da etkisi göz ardı edilemez. Bu durumu düzeltmek adına atılacak adımlar, yalnızca bireysel değil, ülke çapında atılması gereken köklü değişiklikler gerektirmektedir. Eğitimin ve sosyal normların yeniden gözden geçirilmesi, ekonomik koşulların iyileştirilmesi gibi stratejiler bu doğrultuda büyük önem taşımaktadır.
Dolayısıyla, Güney Kore ve benzeri ülkelerin, bu gibi faktörler üzerinde durarak, nüfus dinamiklerini daha sürdürülebilir bir hale getirmek için adım atması şart. Bu yerel ve uluslararası mekanizmalar, dünya genelinde düşük doğum oranları sorunuyla mücadele etmek için iş birliği yapmalı. Hem ekonomik hem de sosyal anlamda desteklenmesi gereken bir gelecek, hem bireylerin hem de toplumların huzur içinde yaşayabilmesi adına hayati öneme sahip.